Şairler | Şiirler

Çaylar Şirketten

İstanbul - Ankara - Kayseri
Adana - Antep - Mardin
Bursa - İzmir - Bodrum
üç yıldır gider gelirim
302 Mercedesin arka koltuğunda
ne yattığım yer belli
ne içtiğim su
gecem saçları ağarmış bir mavi kuş
gündüzüm anıları yitik bir yeşil rüzgar
gider gelir üç yıldır içimde
dudakları çatlamış bir umut
gözleri görmez acılar

Aslen Urfalıyım
kaç yıl oldu bilmiyorum
kim tutar hesabım
kim anlar halimden
bir kış günü
sabah namazından dönerken babam
can vermiş duldasında karanlığın sesi
kan davası deyi ertesi gün
üç - dört kişiyle kaldırılmış cenazesi

Ne babam katilinin alnının çatına
kan nakışlı hançerini çalacak ağabeyim
ne gelinliği hicran bezeli bacım
ne sesini işittiğim yıldız yıldız bir kardaşım var
kalmışım bir başıma
yüreği nasırlı bir anayla

Bahtına şivan düşe çocukluk

Aslen Urfalıyım
kaç yıl oldu bilmiyorum
kim yazar defterim
kim bilir derdim
bir kış günü
sırtımda acıya yamalı bir mintan
ayağımda rengi aşınmış lastik pabuçlar
içimde buz bağlamış bir hüzün
ardımda gözü yaşlı bir ana
ekmeği taştan çıkarmak uğruna
alınterini sevdaya nakışlamak uğruna
umudu aydınlığa boğmak uğruna
verdum kendimi yollara

Ne bir avuç toprak, ne alev alev bir umut
gurbetliğimde geleceği sararmış bir ana
sılamda yel götürmez sel üfürmez bir yalnızlık
bir kış günü indim İstanbul Sirkeci`ye

Yurduna şivan düşe umutsuzluk

Aslen Urfalıyım
kaç yıl oldu bilmiyorum
kim okur kitabım
kim bulur dermanım
bir kış günü
turizm seyahat şirketlerinde
böyle başladı mavinliğimin öyküsü

O gün bu gündür ezberimde artık yalnızlık
ezberimde acının kilometre taşları
ezberimde umudun küf tutmuş şafağı
ezberimde sevdanın rüzgar renkli çığlığı
ezberimde kes hızını ağlatma el kızını
ezberimde kuzu kurdun yol Fordun bu gece
ezberimde Orhan Gencebay, dertler benim olsun

Gençliğin yağmuru yeni düşmüştü bıyıklarıma
vurdum kendimi yollara

Zulmüne şivan düşe yoksulluk

Dünyanın başkenti Sultanahmet
Anadolu`nun başkenti Sirkeci derler
bir kış günü akşamın alacasında indim Sirkeci`ye
dar bir sokak aralığında durdu otobüs
yüzlerce küçük dükkan camlarında bütün Anadolu
yüzlerce insan daha önce gördüğüm hiç görmediğim
emanetçiler: neyim var gençliğimden başka
bırakacak
taksiciler: hangi deftere yazmıştım gurbetliğin
adresini
oteller: yeni çıktım sılamdan bu gece yatmasam da
olur
yüzlerce uğultu kuşu içimde, yüreğim daralıyor
Ege Jet Balıkesir`e, İzmir`e hemen şimdi
Cesur Turizm yolda kalmazsın hemşerim Diyarbakır, Urfa
Dadaş Apollo 12`den hızlı Erzincan, Erzurum, Kars
dünya şampiyonu yolların kralı Gazanfer Ankara
soluğum buz tutmuş boğazımda renk değiştiriyor sesim
şaşırıp kalmışım avucumda mavisi küflenmiş bir gökyüzü
sigaraya yeni başlamış bir bulut katarı
içimde
sadece hüzün

Ne yapmalı nereye gitmeli başı bağlanmış bu akşam karanlığında
iş bulmak gerek, para tükendi tükenkecek
(Paran mı vardı mendiline düğümlediğin üç-beş
kuruştan başka)
umut tükendi tükenecek, sevinç aydınlık inanç tükendi
(zaten ne zaman tükenmemişlerdi)
mutluluk sevda ekmek tükenecek
tükendi tükeneceksılamın mazgallarını ışıklandıran
özlem
tükendi tükenecek yüreğimde ateşle yıkanmış
heyecan
ve bir uçurum

Sokağın ucunu döndüm, sesim parçalamak istiyor bu
uğultu ummanını
birden bir esinti, serinlik, sanki çiçeklerden bir yaz yağmuru
karşımda boynuma doladığımmendil kadar bir deniz
parkta el ele dolaşan çocuklar gibi gemiler
bıraksan 180 km hızla suyu yaracak kamyonlar otobüsler
nereden gelip nereye giderler
ben
nereye
bıraksa
kader

Rahmine şivan düşe gurbet

Akşam inmek üzere, bir simit alıp deniz kıyısına oturuyorum
bir sis yumağı ağır ağır dolanıyor Boğazın saçlarına
bir martını kanadında eriyor güneşin son parıltıları

okul yüzü mü gördüm
ne gelir elimden sanatım yoksa

Simit satmakla başlasam işe umudun alevi sönmesin diye

Yüzümde pus tutmuş sabah
köşebaşı rüzgar ayaz
simit satarım susamlı
poyraz renkli can kokulu
şafaklardan daha beyaz
hasretimden daha kara
simit satarım susamlı
buyur tanesi üç lira
bana kalan yirmibeş kuruş
anlamazım ne iştir bu

Sesime alevler çalan
sabahın karanlığından
mor akşam aydınlığına
simit satarım susamlı
nar kokulu can yoksulu
sermayesi gurbetliğim
simit satarım susamlı
buyur tanesi üç lira
bana kalan ter yorgunluk
anlamazım ne iştir bu

Ev kirası çıksın diye
üşümesin ayaklarım
gurbet harcı çıksın diye
şişmesin gözkapaklarım
emek rızkı çıksın diye
simit satarım susamlı
adı güzel serçe pulu
buyur tanesi üç lira
bana kalan kan yoksulluk
anlamazım ne iştir bu

Babamdan miras mı kaldı
ne gelir elimden sanatım yoksa

Defter satmakla başlasam işe aydınlığın sesi donmasın diye

Birinci hamur üç defter
bakkalda kırtasiyede
on liraya alamazsın
fabrika imalatına
bende sadece beş lira
al hayatını yaz abi
okula giden kardeşinin
buz kesmiş yüreğini yaz
sabah alacasında nöbetçi
umudun direncini yaz

Birinci hamur çizgili
sayfaları gül nakışlı
iş alınteri kokuşlu
daha çok patron kazançlı
defter satarım hareli
al rengini çiz acının
al sesini çiz sevginin
al resmini çiz emeğin
çiçek bahçesine dönsün
kor alev yürekte hınç

Birinci hamur kırk sayfa
az kaldı bitmek üzere
bitmek üzere yüzümde sancı
gençliğimden çaldırdığım
alınterimin haracı
ve hemen yazardım
ilk satıra büyük harfle
defter satan çocukların
el emeği iş gücüyle
yarattıkları barışı
Neyim var gençliğimden başka
harcayacağım

Ciklet satmakla başlasam işe emeğin gücü tükenmesin diye

Dükkanım pazarım trenler
gider gelirim akşam sabah
Sirkeci`den Bkırköy`e
Bakırköy`den Halkalı`ya
gider gelir ak ellerimde
ödenmemiş ev kirası
pabuç pantalon parası
ayrıca gurbet yarası
bir de yaşanmamış gençliğim
ciklet satarım akşam sabah

Müşteriler ikinc mevki
işçi kızlar dokumacı
overlokçu remayözcü
hallerinden belli değil mi
tipitip baybalon dandi
memur kızlar ciklet almaz
bir de kravatlı beyler
zaten bellidir müşterim
belli olmayan geleceğim
ciklet satarım akşam sabah

Kapağı bir atsam
tül bacalı fabrikaya
devirdim gitti işi
elim sanata yatkın
ne iş olsa yaparım
bir söküp atabilsem
yüreğimden dikeni
emeğin alınterinin
bir açsa iş gülleri
ciklet satar mıyım abi

Hangi parayla hangi malı alıp satacaksın
hangi fabrikanın kapısını çalsan duvar
ne var seni bağlayan buralara
umut umudun varsa her yerde umut
ekmek her yerde ekmek çalışsana
sevda her yerde sevda çekmesini bilene

Yaz dilekçeyi doldur kağıtları Almanya hesabına

Geçen yıl Rasim gitti, çocukluk arkadaşım
mektubu gelir ara sıra:
`Kıymetli arkadaşım Halil
Satırlarıma başlamadan önce selam eder
her iki ellerinden sıkar gözlerinden öperim.
Halil göndermiş olduğun en az senin
kadar kıymetli mektubunu aldım.
Bilemezsin ne kadar memun oldum
ben de seni biraz olsun memnun etmek
için bu çirkin satırları yazıyorum`

Ne çirkin satırları
içi hiç yazılmamış bir mektuba bile hasretim kaç yıldır

`Diyorsun ki ben de yazıldım ve önümde 50-60 kişi var
ve buranın durumu hakkında bilgi istiyorsun. Sana
kısaca anlatayım. Elime şahsen 700 ile 800 mark geçer
Lojmanda oturuyorum. 80 mark kira. yemeğimi kendim yapıyorum. Fabrikaya gelince. Almanya`nın en büyük fabrikası. Ama en az para veren fabrika. Bazan fıska, bazan kalıpçı, bazan da çubukçuluk yapıyorum.`

Ne fıskacılık ne kalıpçılık
elimden her şey gelir yeter ki çalışacağım iş olsun
`Şunu belirtmek isterim. Kesilen 80 mark elime geçen paranın içinde değil. Bütün temennim senin Almanya`ya gelmen. Neresi olursa olsun. Burada adamı çok çalıştırıyorlar. Ayakkabıyı çıkartıpyatağa giriyorum. Bir de nereye gidersen oraya uyacaksın. Türkiye`de bay , burada herr. İstemeyerek satırlarıma son verirken tekrar selam eder, acele cevap beklerim.`

Sanki ben istemiyor muyum gelmeyi
öylesine susamışım ki alınterinin sıcaklığına kaç yıldır

Ne kadere inandım şimdiye kadar
ne kısmetten medet umdum
ama biliyorum ki
`vasıfsız işçisin` deyi silecekler künyemi
Almanya defterinden de

Serinlik pusuda
acıyla kararmış günlerimi düşünüyorum
acıyla aydınlanacak günlerimi
genç kızlığından beri çeyizi namerde yadigar anamı
yüreğimden kopan fırtınada yolunu yitirmiş bir gemi
bacadından çıkan dumanılnı avuçlarıma bırakarak uzaklaşıyor
bir kırmızı balık
(ne zaman denize baksam bir kırmızı balık olarak
görüyorum kendimi)
yosun yeşili mendiliyle
siliyor a
alnıma
sıvanmış
karanlığı

Serinlik pusuda
bir sis yumağı ağır ağır geçiyor alnımın duldasından
geleceğimi düşünüyorum
geçmişimi
karanlık
da
eriyor
aydınlık
da

Pulu acıyla mühürlü adresi sevdaya yazılı yüreğimde
gurbetliğimi düşünüyorum

Serinlik pusuda
sevda da eriyor hicran da
sevincinin kaymağı alınmış, yapraklarına çiğ düşmüş yüreğimde
kendimi düşünüyorum bir de:

`Dert yoğuken serimde
derdimle kardaş oldum
düştüm gurbet ellere
çilemle yoldaş oldum

Sevdalığı yaşamadım
mutluluğu tadamadım
hasretliğe varamadım
gurbetle kandaş oldum

Karanlıkta erimezdim
ayydınlıkta çürümezdim
yalnızlığa yerinmezdim
acıyla kardaş oldumé

Sesine şivan düşe hasret

Akşam inmek üzere. Nerede yatmalı bu gece. Hep gündüz olsa. Kıvrılır kalırsın bir park kanepesinde. Çimenlerin üzerinde. Alır gider bir ağaç gölgesi, bir su sesi içindeki kederi hüznü. Ama gece. Gece kime sığınırsın. Şimdi köyde olsam. Anam tandırı yakmıştır. Yorgana sarınır, tandırın kıyısına uzanırdım. Kemikli elleriyle saçlarımı karıştırırdı. Elimde bir dürüm. Yeşil soğan, lor. Ne çok özlemişim anamın ekmeğini. Akşam inmek üzere. Nere gitsem, nerde gecelesem. Her sokakta yüzlerce otel. Her kentin bir oteli var. İzmir Palas, Afyon Denizli Oteli. Edirne Kırklareli Oteli. Trabzon Oteli. Otel Rize Palas. Yalnızlık Palas...... Acı Oteli... Gurbet Palas...

Dolanıp durdum son vapur da demir alana kadar
kapı aralıklarından baktım sıcaklığın

Sabah Sirkeci garında uyandığımda
yeni bir gün başlamış güneş mavi yazmasını
bağlamıştı gökyüzünün boynuna

Refik Durbaş

 

Refik Durbaş şiirleri

 

Populer Şairler